top of page

YÜRÜYEN MEZARLIKLAR!

  • Yazarın fotoğrafı: Abdullah Yılmaz
    Abdullah Yılmaz
  • 7 Oca
  • 4 dakikada okunur

Yürüyen mezarlıklar denince ilk akla gelen insan cesedi oluyor. Ceset, mezarlıkta olması gereken bir şeydir. Çünkü insan denen bu mahlûkat kendisi dışında hiçbir canlının ne ölüsüne ne dirisine saygı duymamıştır. Duyduğu saygı da sadece ya midesini doyuracağından onu beslemek olmuş, ya da bir hayvanın cesedi onu rahatsız ettiği için ya çöpe atmış, ya da gömmüştür. Başka da bir türlü yaklaşımı söz konusu değildir insanın hayvanlara karşı.

İnsan evladı kendisini üst yaratık görünce gezegenin de tek sahibi olarak kendisini tanımlıyor. Gezegenin sahibi olunca insan türünün dışındaki bütün türlerin de insanın emrinde, kullanımında olduğunu kavrıyor. Bu kavrayışı gerçek anlamda felsefeyi bilmeyenler, Marksizm’i anlamayanlar tarafından açıklanması beni pek fazla şaşırtmıyor. Ama kendini Marksist ve aydın olarak tanımlayan, hele hele sosyalist, daha da ileri gidip kendi alnının çatına komünistlik yaftasını yapıştırıp onunla gururlanan kişilerin ne kadar ahmak oldukları aşikârdır burada. Neden aşikârdır diyen olursa söyleyeyim. Bundan dolayı aşikârdır. Kendisini bu gezegenin efendisi olarak gördüğünden dolayı ahmak olduğu aşikârdır. Efendi olunca da gezegendeki tüm canlıların her türlü kullanım hakları bu ahmak insan evladına verilmiş olarak anlaşılıyor kendilerince ve öyle de yaşamaya devam ediyorlar. Ama aydınlık yularını da kimseye kaptırmıyorlar.  

İnsan hakları denince akla ilk gelen sol düşünce oluyordu. Kadın hakları veya başka insanların farklı cinsiyetlerden baskı görenler gene sol düşünceye sığınıyordu. Maalesef canlı türlerinden sıra insan dışı hayvanlara gelince işin rengi değişiyor. Bu değişim varoluşu hala da devam ediyor. Sol akla gediği zaman özgürlükler ve yaşam hakkına saygı, emeğe saygı en başta geliyordu. Sol dendiği zaman artık emeğe saygı, yaşam hakkına saygı, özgürlüklere ve düşünceye saygı akla gelmiyor. Benim aklıma hümanizmi merkeze alan köhnemiş sol gelince emek düşmanları da aynı anda ve aynı kategoride aklıma geliyor.

Marksizm’i kendilerine kalkan edinenler aslında Marksist falan da değiller. Sadece kendi türlerinin, yani bizzat kendilerinin konforları için mücadele eden ama bu mücadeleyi sürdürürken de başka türlerin her türlü sömürülmelerinin ve katledilişlerinin feryatlarının onları ilgilendirmediğinin bilincindeler. Hatta kendi konforları için insan türünün dışındaki diğer canlı türlerinin yaşam haklarını ya bilemediklerinden onların cinayetlerine göz yumuyorlar, ya algılayamadıklarından bu cinayetlerin karşısında olanların katledilişlerini ya da soykırımlarını doğalmış gibi durup seyrediyorlar, ya da Marksizm’in materyalizm anlayışını anlamakta, idrak etmekte yetersizler. Yani cahiller... Materyalizm dedikleri zaman tıpkı okullarda, yani tüm üniversiteler dâhil bütün bilimsel eğitim veren yerlerde bile papağana hakaret anlamında değil de, papağan timsali, tekrarlamak türünden eğitimini sürdürenler gibi hayatlarına devam ediyorlar. Hep değişimden dem vururlar ama mesela tıp eğitimi veren fakültelerde profesörlerin birer tekrarlama görevi yaptıklarını anlamayacak kadar kıt akıllılar. Kıt akıllılar çünkü profesörlerin, asırlardır anlatılan, şuradan buradan, insan türünün sağlığı için elde edilen bilgileri nakliye ettiklerinin ayırtında olmayan Marksistler hala halkın önüne, ya da proletaryanın önüne çıkıp; Ben sizin kurtarıcınızım diye biliyor. Hâlbuki anlamıyorlar; demiyorlar ki okullarda nakliye edilen bilgiler egemen bir sınıfın çıkarı ve tekerinin dönmesi için deneme yanılma yöntemiyle elde edilen bilgilerdir ve öğreticiler de aslında çağdaş birer öğretici değil, nakliyeciler. Maalesef bu gün dünyamızdaki vegan olmayan tüm eğitici ve öğreticilerin tamamı nakliyecilik unvanını hak ediyorlar. Öğretmen, doçent, profesör ya da başkalarını bu unvanlarla değil de nakliyeci olarak isimlendirmek ve nakliyeci olarak çağırmak lazım ve daha gerçekçi olur bu sıfat onlara. Bir profesör hayvan kullanımını şiddetle reddetmiyorsa o profesör bir profesör değil, egemen düşüncenin ve hayat tarzının devamı için profesörlük unvanı altında faaliyet gösteren bir burjuva nakliyecisidir.

İnsan türünün, gezegenin efendisi olmadığını anlayan halk veya işçi sınıfı, karşınsa çıkan kişinin ceset yediğini anladığı anda onun devrimci aydın bir şahıs değil, yürüyen bir mezarlık olduğunu sezecek ve yüzüne söyleyecektir. Sen ceset yediğin için bir aydın değil, yürüyen bir mezarlıksın diyecektir. Çünkü hayvan cesetleri yiyen kişi bir kişi değil, canlı, yürüyen bir mezarlıktır. Yürüyen mezarlıklardan da ezilen halkların umudu olmamalıdır. Olsa bile o umutlar boş, avanak umutlardan başka bir gerçeğe bürünemezler. Yürüyen Cesetlerin öncülük yaptığı yol onları nihai olarak hedeflediği kapitalizmi dayatır gırtlaklarına.

Yaz aylarında dört ay aralıksız bitkilerden çalışıp çırpınıp kendini paralayıp, fırtınada yağmurda bazen yıldırımda vızır vızır ailesi için kışlık yiyecek stok eden arıyı sömürecek kadar zavallılaşan bir kişidir insan evladı. Utanmadan kalkıp bir de emekten yana olduğunu söylüyor. Çeçele parmağının sedefi kadar bir böceğin emeğini, yiyeceğini gasp edip, onları köleleştiren kişi vızzz eden bir hayvanın yaşam hakkını, yavrularının geleceğini çalma hırsızlığına tenezzül eden solcu nasıl Marksist oluyor, emekten yana oluyor, özgürlüklerin savunucusu oluyor ve en önemlisi de aydın bir birey oluyor anlamış değilim. Bir böceğin emeğini, onun yavrularının rızkını çalan kişi utanmadan kendini kişi olarak mı görüyor acaba. Ben onu kişi olarak değil, zalim bir kan emici olarak seyrediyorum.

Bana sorarsanız, sanırım bana kimse bir şey sormaz ama ben gene de sözün gelişi olarak söyleyeyim, bana sorarsanız sol ne demektir? Evrensel sol demek, veganizm demektir, derim. Bu kadar basit bir şey… Veganizm neden evrenseldir diyecektir yürüyen mezarlıklardan bazıları. Hatta veganizm evrenselin de ötesinde bir evrenselliği içeriyor. Başka galaksilerdeki canlıların da yaşam haklarına saygı duyan bir yaşam tarzıdır veganizm. Ama yürüyen cesetlerin sol anlayışı, sadece insan türünün yaşam hakkını savunmak için bir düşünce mekanizması oluşturmuştur.

“İnsan hakları evrensel beyannamesi.”

“En yüce değer emektir!”

 “En kutsal değer emektir!”

“Benim Kâbe’m insandır!”

Gibi safsatalarla bir türün üstünlüğünün konforu için çaba harcayan bir ideoloji çöpten başka bir şey değildir. Bildiğimiz çöp… Hiçbir işimize yaramayan, hiçbir kullanım için, hiçbir tutarlı ucu köşesi olmayan. Atık olarak çöpe atılması gereken bir nesnedir. Bu anlayışı hala savunan, bilinçli ya da bilinçsiz devam ettiren yürüyen mezarlıklar ne yazık ki evrenselliğin ne olduğunu anlamadan, hayatlarında kopyala yapıştır mantığıyla yol almakta, varlıklarını ve saltanatlıklarını bu minvalde sürdürmektedirler.

Başka yaşam haklarına müdahale etmek, barbarlığın daniskası olduğunu anlayamamaktadırlar yürüyen mezarlıklar. Deryada, kendi dünyasında yaşayan bir balığı yakalayıp öldüren insanın yaptığı işi av olarak ve o cesedi de yemek olarak gören hatta o cesedi midesine indirmek kendinin doğal hakkıymış gibi bilen ve inanan yürüyen cesetler emekten yana olmazlar.

Havada, karada insan dışı hayvanların katledilmelerinden elde edilen cesetlerden nemalanan ve onların cesetlerini ceset değil de yemek olarak algılayan, yiyen veya yemeyen ya da yiyemeyen düşünce Marksist bir düşünce olsa bile, böyle bir Marksizm de çöpe atılmalıdır.

 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
SÖYLEYECEK SÖZ BULAMIYORUM!

Bir tek. Bir tek dedim değil mi? Bir tek. Yeryüzünde bir tek insan diye adlandırılan canlı yaşamıyor. Yeryüzünde binlerce canlı yaşıyor....

 
 
GEZİ RUHU...

Sosyalistlerin içinden çok sayıda molla çıkmasaydı ve örgütler devlet denetimine girmeselerdi tam da GEZİ havası var bugün memlekette. Bu...

 
 
bottom of page