SENİ UNUTMADIM.
- Abdullah Yılmaz
- 6 Eki 2024
- 4 dakikada okunur
Anne, bir kez seni doktora götürmüşlerdi ya. Gene öyle sandım. Bu kez seni değil de beni götüreceklerdi. Kafese alıp arabanın arka koltuğuna attılar. Ne kadar gittik bilmiyorum. Ağladım. Bağırdım ama hiç oralı olmadı sahibim. Derken çok büyük arabaların olduğu bir alana girdi ve orada durdu. Beni arka koltuktan alıp yürüdü. Seslendim. “Nereye götürüyorsun? Ben eve dönmek istiyorum. Şimdi annemin gözü yollarda... Beni bekliyor.” Hiç oralı olmadı. Yürüdü gitti. Ben de elinde, sanki marketten alınmış, içinde eşyaların olduğu bir poşet gibi sallanıp durdum. Kaç kez denedim sesimi duymadı.
Çevredekilere baktım. Benim dışımda kimse kafese alınmamıştı. Bir duvarın dibinde çamura bulanmış, ıslanmış yiyeceklerden yiyen kediler gördüm. Islanmış mamalara aldırmadan, bozulduklarını umursamadan yiyorlardı. Demek çok acıkmışlardı. Onlara seslendim. Gri bir kedi bana bakıp gene başını aşağı eğip karnını doyurmaya koyuldu.
Bir yere girdik. Banka yaklaşıp, bankın arkasındaki kendisi gibi kara saçlı kara gözlü, hatta kendisi yaşlarda bir kişiyle konuştu. Sonra beni bankın üstüne koydu. “İstanbul Büyük Otogarı’nda gelip bunu senden alacaklar. Aha da alacak kişinin telefonu. Maması da…”
Bütün gücümle seslendim. Bağırdım. Yürüdü gitti. Gözden kayboluncaya kadar arkasından baktım. Gene ağlamaya aralıksız devam ettim. Belki sesimi duyarsın diye çok ağladım. Yoruldum.
Beni alan kişi, bavulların arasına koydu beni. Hiç yüzüme bakmadan, ağladığıma aldırmadan bir metre ilerideki sandalyesinde oturup bankın arkasına gelen kişilere bilet satışına devam etti.
Derken birkaç saat sonra kapıya büyük bir otobüs yanaştı. Bavulları bagaja doldurup beni de bagaja atacaklarını sandım ama beni yolcuların arasında iki koltuğun arasına, boş bir yer bulup sıkıştırdılar.
Otobüs harekete geçince şoför ağlama sesimi duydu. Yanındaki kişiye bakıp; (sanırım mavindi o kişi)
“Onu niye aldınız kardeşim. Şimdi buradan tââ İstanbul’a kadar onun zırıltısını mı dinleyeceğim. Şehri çıkınca kapıyı aç at aşağı gitsin. Sahibine de dersin ki; Nasıl olmuşsa kafesi açılmış, mola yerinde farkına da varamadık. Kaçmış! Yolculardan birisi mi açmış ne anlamadım ki. Kimse de üstüne almadı…”
“Olmaz Kaptan abi! Bizim devamlı müşterilerimizdendir. Üstelik komşumuz... Bu numarayı da yemez!”
Saatler öyle uzadı ki anne anlatamam. Senin yanındayken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyordum. Yoksa zaman geçmiyor muydu? Ama burada, bu uzun yol otobüsünde saatler geçmek nedir bilmedi. Anne, ben senin içinden geçip geldim, neden beni saldın buralara? Burada gece lambaları söndü. İnsanlar uyuya kaldılar ben hala bir karanlığın içinden geçip gidiyorum. Sana mı gidiyorum bilmiyorum.
Ağlamamdan hala insanlar huzursuz. Ben, seni arıyorum burnumun ucundaki kokuda. Ellerimi oynattığımda ki devinimlerde ve gözyaşlarımın duruluğunda... Ne olur beni bul anne. Beni bul bu kafesten çıkar.
Hep ağlıyorum ama beni buradan çıkarmıyorlar.
Hiç uyumadım anne. İki bin kilometrelik yol boyunca uyumadan ağladım. Gözyaşlarım yanaklarımı ıslattı ama insanlar hala benim çığlığımı anlamadı.
İki gündür ne güneş, ne gece, ne de gökyüzü görmedim anne. Sadece senin sıcaklığını düşleyerek ağladım.
Beni teslim alan otobüs mavini bana mamamdan verdi gitti. Bir saat sonra gelip baktı yememişim. Hala ağlıyorum. Başını sallayıp uzaklaştı.
Derken otobüs gene büyük bir alanda durdu. Kapılar açıldı. Gene büyük büyük otobüsler. Yolcular inmeye başladılar. Gerneştiler... Birbirlerine geçmiş olsun dediler. Gelen yolcuları karşılayanlar, sarılıp hasret giderenler oldu. Ben ağladım. Sen olsaydın beni karşılardın. Boynuna sarılıp her bir yanından öperdim anne.
Kapıda iki genç kadın peydah oluyor. Beni görünce gülümseyip uzanıyorlar kafesime. Muavin gelip beni onlara, hayatta ilk kez gördüğüm bu iki insana teslim edip, arkasını dönüp gidiyor. Kadınlardan genç olanı kafesin arasından beni seviyor. Gülümsüyor. Yanındaki kadına dönerek;
“Ay ben buna kurban olurum. Hep ağlamış. Annesini istemiş. Muavin dedi. Sabaha kadar, hatta dün öğle üzerinden, bu gün öğle üzerine kadar ağzına bir şey alıp da yemedi. Hep ağladı. Buna döner alayım. Sonra otobüse binip eve gidelim.”
Otogarın içindeki lokantadan bana döner alıp, bir peçetenin içinde, kapımı aralayarak önüme koydu. Yemedim. Ağlamam durmuyordu. Gözyaşlarım aralıksız akıyordu. Benim, bu insanların yanında ne işim vardı anne.
Bir otobüse daha bindik. Ben o genç kadının kucağında. Arada bir kafesimin kapısını aralayarak;
“Ay ben buna kurban olurum. Eve gidelim bak sana ne güzel yiyecekler vereceğim.”
Ben ağladıkça kadın duygulanıp;
“Ağlama benim bebeğim. Birkaç gün sonra anneni unutursun. Bana anne de. Ben de seni yavrum gibi seveceğim. Evlenmemişim. Daha yaşım onyedi ama senin annenim. Ağlama. Beni de ağlatacaksın.”
Yanındaki ondan on yaş yaşlı kadın yan gözle kadına ve bana bakarak;
“Tut kuyruğundan duvara vur bak nasıl sesi kesilir. Zır zrı zır! Bu nedir be!”
“Öyle deme teyze vallahi seninle kavga ederim. Ben senin çocuklarına öyle şey diyor muyum?”
İki kadın konuşa konuşa eve geldiler. İçeri girer girmez beni yumuşak bir halının üzerine saldılar. Ben bu eve gelmeden önce hazırlık yapmışlar. Tuvaletimi gidereceğim kumluk, yumuşak yatağım, oynayacağım oyuncaklar, her şey var.
Yaş mama getirip önüme koydular. Bir yeni ev sahibim, bana kurban olacağını söyleyen kadına, bir beni kuyruğumdan tutup duvara vurmak isteyen kadına bakıp yaş mamadan yemedim. Ağladım. Genç kadın beni kucağına alıp gözlerimin yaşını sildi. Yanaklarımdan öptü. Bundan sonra sen benim çocuğumsun. İki gündür açsın. Hadi ye lütfen.
Sırtımı okşadı. Başımın arkasını kaşıdı. Uzanıp azıcık aldım. İki gündür mideme bir şey gitmemişti.
Yemeğimi yedikten sonra senin öğrettiğin gibi elimi yüzümü yalayıp temizlenmiştim, benim sahibim olacak genç kadın yeniden beni kucağına alıp koltuğa uzanarak beni göğsüne yatırdı. Mis gibi kokan göğsünde uzanıp uzanmamada tereddüt ettim.
Bir de başımı kaldırdım ne kaldırayım. İki günün verdiği yorgunluktan kadının memelerinin üstüne sarkıp uyuya kalmışım. Uyanıp gerneştim. Gene seslendim. Seni sordum. Kadın anladı. Başımı okşayarak;
“Ayy benim canım, ayy benim göz nurum, artık senin annen benim. Annenden de çok seveceğim seni. Gel seni bir öpeyim, ama incitmeden.”
Öpücüklere boğdu. Ama ben arada sırada hep ağladım. Hep seni bekledim, hala da bekliyorum anne.”